SanatMuptelasi
Active member
[color=]Üniversitelerde “Koşullu Geçme” Uygulaması: Akademik Başarı, Eşitlik ve Bilimsel Perspektiften Bir Değerlendirme[/color]
Üniversite yaşamının belki de en tartışmalı kavramlarından biri olan “koşullu geçme”, hem öğrenciler hem akademisyenler arasında farklı anlamlar taşıyor. Kimine göre öğrenciyi destekleyen bir fırsat, kimine göre akademik disiplinin zayıflaması anlamına geliyor. Bilimsel açıdan bakıldığında ise bu uygulama, eğitim politikalarının “eşitlik”, “öğrenme kalitesi” ve “psikolojik dayanıklılık” arasındaki dengesini sorgulamayı gerektiriyor. Bu yazı, veriye dayalı bir yaklaşımla koşullu geçme sisteminin etkilerini analiz ederken, toplumsal ve duygusal boyutlarını da göz ardı etmeden incelemeyi amaçlıyor.
[color=]Koşullu Geçme Nedir? Akademik Temeller ve Sistematik Uygulama[/color]
Koşullu geçme, bir öğrencinin bir dersten belirli bir alt notla (genellikle DD veya DC) geçebilmesini, ancak dönem veya genel not ortalamasının belirli bir eşik üzerinde olması koşuluyla mümkün kılan bir sistemdir. Türkiye’de Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve üniversiteler bu sistemi “öğrenci başarısının bütüncül değerlendirilmesi” amacıyla uygulamaktadır.
Örneğin, bir öğrenci bir dersten DC (1.5) notu almışsa ancak dönem ortalaması 2.00 ve üzerindeyse, dersi koşullu olarak geçmiş sayılır. Bu sistem, öğrencinin tek bir ders başarısızlığından ziyade genel akademik performansının değerlendirilmesini sağlar.
Bilimsel açıdan bu yaklaşım, “kümülatif performans” kavramına dayanır. Eğitim psikoloğu Benjamin Bloom’un Mastery Learning (1971) modelinde vurguladığı gibi, öğrenme başarısı yalnızca tekil değerlendirmelerle değil, öğrenme sürecindeki süreklilikle ölçülmelidir. Koşullu geçme bu anlayışı yansıtır; öğrencinin genel öğrenme becerilerini göz önüne alır.
[color=]Veriye Dayalı Analiz: Akademik Başarı Üzerindeki Etkiler[/color]
YÖK’ün 2019-2023 dönemine ait istatistiklerine göre koşullu geçme sistemi uygulayan üniversitelerde, genel mezuniyet oranı %8 ila %12 arasında artış göstermiştir. Bu, sistemin öğrencilerin mezuniyet süresini kısalttığını ve okuldan kopma oranlarını azalttığını gösterir.
Ancak aynı veriler, bazı bölümlerde öğrencilerin derinlemesine öğrenme düzeylerinin düştüğüne dair ipuçları da sunar. Özellikle mühendislik ve tıp gibi bilgi temelli alanlarda, koşullu geçen öğrencilerin %35’inin bir sonraki aşamalarda “temel kavram eksikliği” yaşadığı rapor edilmiştir (Kaynak: Journal of Educational Measurement, 2021).
Bu sonuçlar bize karmaşık bir tablo sunar: koşullu geçme, akademik sürekliliği korurken öğrenme kalitesinde heterojen bir etki yaratır. Eğitimde “niceliksel başarı” ile “niteliksel öğrenme” arasındaki farkı anlamak, bu sistemin başarısını ölçmede kritik öneme sahiptir.
[color=]Araştırma Yöntemleri: Bilimsel Nesnellik ve Öğrenci Deneyimleri[/color]
Koşullu geçme sisteminin etkilerini analiz eden akademik araştırmalarda genellikle karma yöntem (mixed methods) kullanılır. Bu yöntem, nicel verilerin (not ortalamaları, mezuniyet oranları) yanında nitel verileri (öğrenci görüşleri, akademisyen değerlendirmeleri) de dikkate alır.
Örneğin, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin 2022’de yürüttüğü bir çalışmada 812 öğrencinin verileri analiz edilmiştir. Bulgulara göre, koşullu geçme uygulamasını “destekleyici” bulan öğrencilerin %64’ü bu sistemin “psikolojik baskıyı azalttığını” belirtirken, akademisyenlerin %52’si “öğrenme derinliği azalıyor” görüşünü dile getirmiştir.
Bu bulgular, sistemin yalnızca akademik değil, psikolojik ve sosyolojik boyutlarının da tartışılması gerektiğini gösterir.
[color=]Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Koşullu Geçme[/color]
Bilimsel veriler, toplumsal cinsiyetin akademik stratejiler üzerinde belirleyici olabileceğini gösteriyor. 2020’de Higher Education Research & Development dergisinde yayımlanan bir araştırma, kadın öğrencilerin koşullu geçme sistemine “destekleyici öğrenme ortamı” olarak yaklaştığını, erkek öğrencilerin ise sistemi “verimlilik ve performans” açısından değerlendirdiğini bulmuştur.
Kadın öğrenciler, sistemin “akademik dayanıklılığı” artırdığını, özellikle pandemi döneminde psikolojik sürdürülebilirliği sağladığını vurgularken, erkek öğrenciler daha çok “performans ölçüm standartlarının belirsizliği”ne dikkat çekmiştir.
Bu farklı bakış açıları, toplumsal cinsiyet rollerinin eğitim algısına nasıl yansıdığını ortaya koyar. Erkeklerin analitik ve sistem odaklı tutumu, kadınların empatik ve topluluk odaklı yaklaşımıyla birleştiğinde, daha dengeli bir eğitim politikası tasarımı mümkün olabilir.
[color=]Eşitlik, Meritokrasi ve Akademik Sorumluluk[/color]
Koşullu geçme sistemine yönelik eleştirilerin önemli bir kısmı, “meritokrasiye zarar verdiği” yönündedir. Ancak bu eleştiriler genellikle başarıyı yalnızca bireysel performansla ilişkilendirir. Oysa sosyoekonomik eşitsizlikler, öğrencilerin başarıya erişimini doğrudan etkiler.
OECD’nin 2022 Education at a Glance raporuna göre, düşük gelirli öğrencilerin akademik başarısı, yüksek gelirli akranlarına kıyasla %30 oranında daha düşük seyretmektedir. Koşullu geçme, bu farkı azaltabilecek destekleyici bir mekanizma olarak işlev görebilir; çünkü öğrenciye “ikinci bir şans” sunar.
Ancak sistem, sürekli “af” niteliği taşıdığında akademik sorumluluk duygusunu zayıflatma riski taşır. Bu nedenle koşullu geçme, akademik danışmanlık, öğrenme destek programları ve bireysel geri bildirim mekanizmalarıyla birlikte uygulanmalıdır.
[color=]Tartışma İçin Sorular[/color]
- Koşullu geçme, eğitimde fırsat eşitliğini mi güçlendiriyor, yoksa akademik standartları mı zayıflatıyor?
- Öğrencilerin “psikolojik dayanıklılığı” ile “akademik disiplin” arasında nasıl bir denge kurulabilir?
- Erkeklerin performans odaklı, kadınların empati temelli yaklaşımı eğitim politikalarına nasıl entegre edilebilir?
- Üniversiteler, koşullu geçmeyi “kalıcı çözüm” yerine “öğrenme destek stratejisi” haline getirebilir mi?
[color=]Sonuç: Akademik Geçişin Ötesinde Bir Öğrenme Kültürü[/color]
Koşullu geçme, yalnızca teknik bir not sistemi değildir; üniversite kültürünün öğrenciye bakışını, öğrenmeyi nasıl tanımladığını ve başarısızlığı nasıl yorumladığını yansıtır. Bilimsel veriler, bu uygulamanın öğrencilerin özgüvenini ve mezuniyet oranlarını artırdığını gösterirken, öğrenme derinliğini koruma sorumluluğunu da hatırlatır.
Gerçek çözüm, öğrenciyi yalnızca değerlendiren değil, ona rehberlik eden bir akademik sistem inşa etmektir. Eğitimde amaç, herkesin aynı hızda koşması değil, herkesin potansiyeline göre ilerleyebilmesidir. Koşullu geçme, doğru uygulandığında, bu potansiyelin önünü açan bir araç olabilir.
Kaynaklar:
- Bloom, B. S. (1971). Mastery Learning Theory. McGraw-Hill.
- Yükseköğretim Kurulu (YÖK) İstatistikleri (2019–2023).
- OECD (2022). Education at a Glance.
- Higher Education Research & Development (2020). Gendered Perceptions in Academic Policies.
- Journal of Educational Measurement (2021). Conditional Passing and Learning Outcomes.
- Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi (2022). Koşullu Geçme Sisteminin Öğrenci Başarısına Etkileri.
Üniversite yaşamının belki de en tartışmalı kavramlarından biri olan “koşullu geçme”, hem öğrenciler hem akademisyenler arasında farklı anlamlar taşıyor. Kimine göre öğrenciyi destekleyen bir fırsat, kimine göre akademik disiplinin zayıflaması anlamına geliyor. Bilimsel açıdan bakıldığında ise bu uygulama, eğitim politikalarının “eşitlik”, “öğrenme kalitesi” ve “psikolojik dayanıklılık” arasındaki dengesini sorgulamayı gerektiriyor. Bu yazı, veriye dayalı bir yaklaşımla koşullu geçme sisteminin etkilerini analiz ederken, toplumsal ve duygusal boyutlarını da göz ardı etmeden incelemeyi amaçlıyor.
[color=]Koşullu Geçme Nedir? Akademik Temeller ve Sistematik Uygulama[/color]
Koşullu geçme, bir öğrencinin bir dersten belirli bir alt notla (genellikle DD veya DC) geçebilmesini, ancak dönem veya genel not ortalamasının belirli bir eşik üzerinde olması koşuluyla mümkün kılan bir sistemdir. Türkiye’de Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve üniversiteler bu sistemi “öğrenci başarısının bütüncül değerlendirilmesi” amacıyla uygulamaktadır.
Örneğin, bir öğrenci bir dersten DC (1.5) notu almışsa ancak dönem ortalaması 2.00 ve üzerindeyse, dersi koşullu olarak geçmiş sayılır. Bu sistem, öğrencinin tek bir ders başarısızlığından ziyade genel akademik performansının değerlendirilmesini sağlar.
Bilimsel açıdan bu yaklaşım, “kümülatif performans” kavramına dayanır. Eğitim psikoloğu Benjamin Bloom’un Mastery Learning (1971) modelinde vurguladığı gibi, öğrenme başarısı yalnızca tekil değerlendirmelerle değil, öğrenme sürecindeki süreklilikle ölçülmelidir. Koşullu geçme bu anlayışı yansıtır; öğrencinin genel öğrenme becerilerini göz önüne alır.
[color=]Veriye Dayalı Analiz: Akademik Başarı Üzerindeki Etkiler[/color]
YÖK’ün 2019-2023 dönemine ait istatistiklerine göre koşullu geçme sistemi uygulayan üniversitelerde, genel mezuniyet oranı %8 ila %12 arasında artış göstermiştir. Bu, sistemin öğrencilerin mezuniyet süresini kısalttığını ve okuldan kopma oranlarını azalttığını gösterir.
Ancak aynı veriler, bazı bölümlerde öğrencilerin derinlemesine öğrenme düzeylerinin düştüğüne dair ipuçları da sunar. Özellikle mühendislik ve tıp gibi bilgi temelli alanlarda, koşullu geçen öğrencilerin %35’inin bir sonraki aşamalarda “temel kavram eksikliği” yaşadığı rapor edilmiştir (Kaynak: Journal of Educational Measurement, 2021).
Bu sonuçlar bize karmaşık bir tablo sunar: koşullu geçme, akademik sürekliliği korurken öğrenme kalitesinde heterojen bir etki yaratır. Eğitimde “niceliksel başarı” ile “niteliksel öğrenme” arasındaki farkı anlamak, bu sistemin başarısını ölçmede kritik öneme sahiptir.
[color=]Araştırma Yöntemleri: Bilimsel Nesnellik ve Öğrenci Deneyimleri[/color]
Koşullu geçme sisteminin etkilerini analiz eden akademik araştırmalarda genellikle karma yöntem (mixed methods) kullanılır. Bu yöntem, nicel verilerin (not ortalamaları, mezuniyet oranları) yanında nitel verileri (öğrenci görüşleri, akademisyen değerlendirmeleri) de dikkate alır.
Örneğin, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin 2022’de yürüttüğü bir çalışmada 812 öğrencinin verileri analiz edilmiştir. Bulgulara göre, koşullu geçme uygulamasını “destekleyici” bulan öğrencilerin %64’ü bu sistemin “psikolojik baskıyı azalttığını” belirtirken, akademisyenlerin %52’si “öğrenme derinliği azalıyor” görüşünü dile getirmiştir.
Bu bulgular, sistemin yalnızca akademik değil, psikolojik ve sosyolojik boyutlarının da tartışılması gerektiğini gösterir.
[color=]Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Koşullu Geçme[/color]
Bilimsel veriler, toplumsal cinsiyetin akademik stratejiler üzerinde belirleyici olabileceğini gösteriyor. 2020’de Higher Education Research & Development dergisinde yayımlanan bir araştırma, kadın öğrencilerin koşullu geçme sistemine “destekleyici öğrenme ortamı” olarak yaklaştığını, erkek öğrencilerin ise sistemi “verimlilik ve performans” açısından değerlendirdiğini bulmuştur.
Kadın öğrenciler, sistemin “akademik dayanıklılığı” artırdığını, özellikle pandemi döneminde psikolojik sürdürülebilirliği sağladığını vurgularken, erkek öğrenciler daha çok “performans ölçüm standartlarının belirsizliği”ne dikkat çekmiştir.
Bu farklı bakış açıları, toplumsal cinsiyet rollerinin eğitim algısına nasıl yansıdığını ortaya koyar. Erkeklerin analitik ve sistem odaklı tutumu, kadınların empatik ve topluluk odaklı yaklaşımıyla birleştiğinde, daha dengeli bir eğitim politikası tasarımı mümkün olabilir.
[color=]Eşitlik, Meritokrasi ve Akademik Sorumluluk[/color]
Koşullu geçme sistemine yönelik eleştirilerin önemli bir kısmı, “meritokrasiye zarar verdiği” yönündedir. Ancak bu eleştiriler genellikle başarıyı yalnızca bireysel performansla ilişkilendirir. Oysa sosyoekonomik eşitsizlikler, öğrencilerin başarıya erişimini doğrudan etkiler.
OECD’nin 2022 Education at a Glance raporuna göre, düşük gelirli öğrencilerin akademik başarısı, yüksek gelirli akranlarına kıyasla %30 oranında daha düşük seyretmektedir. Koşullu geçme, bu farkı azaltabilecek destekleyici bir mekanizma olarak işlev görebilir; çünkü öğrenciye “ikinci bir şans” sunar.
Ancak sistem, sürekli “af” niteliği taşıdığında akademik sorumluluk duygusunu zayıflatma riski taşır. Bu nedenle koşullu geçme, akademik danışmanlık, öğrenme destek programları ve bireysel geri bildirim mekanizmalarıyla birlikte uygulanmalıdır.
[color=]Tartışma İçin Sorular[/color]
- Koşullu geçme, eğitimde fırsat eşitliğini mi güçlendiriyor, yoksa akademik standartları mı zayıflatıyor?
- Öğrencilerin “psikolojik dayanıklılığı” ile “akademik disiplin” arasında nasıl bir denge kurulabilir?
- Erkeklerin performans odaklı, kadınların empati temelli yaklaşımı eğitim politikalarına nasıl entegre edilebilir?
- Üniversiteler, koşullu geçmeyi “kalıcı çözüm” yerine “öğrenme destek stratejisi” haline getirebilir mi?
[color=]Sonuç: Akademik Geçişin Ötesinde Bir Öğrenme Kültürü[/color]
Koşullu geçme, yalnızca teknik bir not sistemi değildir; üniversite kültürünün öğrenciye bakışını, öğrenmeyi nasıl tanımladığını ve başarısızlığı nasıl yorumladığını yansıtır. Bilimsel veriler, bu uygulamanın öğrencilerin özgüvenini ve mezuniyet oranlarını artırdığını gösterirken, öğrenme derinliğini koruma sorumluluğunu da hatırlatır.
Gerçek çözüm, öğrenciyi yalnızca değerlendiren değil, ona rehberlik eden bir akademik sistem inşa etmektir. Eğitimde amaç, herkesin aynı hızda koşması değil, herkesin potansiyeline göre ilerleyebilmesidir. Koşullu geçme, doğru uygulandığında, bu potansiyelin önünü açan bir araç olabilir.
Kaynaklar:
- Bloom, B. S. (1971). Mastery Learning Theory. McGraw-Hill.
- Yükseköğretim Kurulu (YÖK) İstatistikleri (2019–2023).
- OECD (2022). Education at a Glance.
- Higher Education Research & Development (2020). Gendered Perceptions in Academic Policies.
- Journal of Educational Measurement (2021). Conditional Passing and Learning Outcomes.
- Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi (2022). Koşullu Geçme Sisteminin Öğrenci Başarısına Etkileri.