Türkiye'nin yüzde kaçı kilolu ?

Ilayda

New member
Türkiye’de Kilolu Olmak: Bir Aile Hikayesi Üzerinden Toplumsal Bir Portre

Bir gün, Çiğdem’in evinde geçen bir aile yemeği akşamı, bir sohbet başladı. Çiğdem, herkesin birbirine bağlı olduğu bu sofrada, annesi ve kuzenleriyle birlikte oturmuş, yıllardır dinlediği, tartıştığı ve bazen gözardı ettiği bir soruya takılmıştı: "Türkiye'nin yüzde kaçı kilolu?"

Çiğdem’in bu soruya verdiği yanıt, bir aile yemeğinin sıradan akışını değiştirecek kadar güçlüydü. O anda sadece birkaç kişiden oluşan bu masadaki her birey, toplumun daha geniş bir kesiminin simgesiydi. Çiğdem’in bu soruyu gündeme getirmesiyle birlikte, masadakilerden her biri kendi deneyimlerini ve düşüncelerini paylaşmaya başladı. Hikayemiz işte burada başlıyor, hep birlikte bu konuyu, Çiğdem ve ailesinin gözünden keşfedeceğiz.

Aileyi Tanıyalım: Karakterler ve Bakış Açıları

Çiğdem, 30 yaşlarında bir kadın, sürekli toplumsal normlar hakkında düşünür. Genç yaşta, ailesinin “güzel” olmakla ilgili her türlü yorumunu duyduktan sonra, beden algısının sosyal bir baskı unsuru olduğunun farkına varmıştı. Annesi Nermin ise 55 yaşında, tam anlamıyla geleneksel bir kadındır. Evinde geleneksel yemekleri pişirmeyi ve büyük aile sofralarını düzenlemeyi çok sever. Kuzeni Murat ise 32 yaşında ve bir iş adamıdır. O, spor yapmayı çok seven, genellikle çözüm odaklı bir karakterdir. Son olarak, Çiğdem’in komşusu ve eski arkadaşı Büşra, 25 yaşında ve son yıllarda vücut geliştirme ile ilgilenmeye başlamıştır. Her bir karakter, fazla kilolu olmanın toplumda ne anlama geldiği konusundaki farklı bakış açılarını yansıtır.

Çiğdem’in Fikrini Paylaşması: Kilolu Olmanın Sosyal Bir Yük Olması

Çiğdem, sohbetin başında Türkiye’de obezite oranlarının ciddi bir şekilde arttığını söyleyerek başladığı konuşmada, şunları dile getirdi: “Son araştırmalara göre, Türkiye’de 2023 itibarıyla halkın %35’inden fazlası kilolu ya da obez. Bu, sadece sağlık sorunlarına yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda sosyal ilişkilerde de çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalmamıza sebep oluyor.”

Çiğdem’in söyledikleri, bir yandan tüm sofrayı sessizleştirdi, bir yandan da düşüncelerini paylaştırmaya başladı. O, fazla kilolu olmanın sadece bedensel değil, kültürel bir etkisi olduğunu savunuyordu. Türkiye’de özellikle kadınlar arasında estetik beden algısının ne kadar güçlü olduğunu ve bu durumun bazen yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir yük oluşturduğunu vurguladı.

Murat’ın Stratejik Bakış Açısı: Çözüm Arayışları ve Toplumsal Alışkanlıklar

Murat, Çiğdem’in söylediklerine bir an sessiz kaldı, sonra sakin bir şekilde: “Fazla kilolu olmak sadece bireysel bir tercih değil, bir toplumun yaşam alışkanlıklarıyla da doğrudan ilgili. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde fast food’un ve hareketsizliğin yaygınlaşmasıyla birlikte, sağlıklı yaşamdan uzaklaşma oranı artıyor. Peki, bu konuda ne yapmalıyız? Bence, önce sağlıklı yaşam konusunda bilinçlenmeli ve bireylerin toplumda daha çok farkındalık yaratmasını sağlamalıyız.”

Murat, her zaman çözüm odaklı düşünen biri olarak, sorunun sadece bireysel değil toplumsal bir düzeyde ele alınması gerektiğine dikkat çekti. Ona göre, Türkiye’nin yüzde kaçı kilolu olduğu sorusu, yalnızca kişisel bir mesele değil; aynı zamanda kültürel ve ekonomik dinamiklerin bir sonucu. Hızlı gıda kültürünün yaygınlaşması, iş yerlerinde hareketsizlik ve toplumun genel sağlıksız yaşam tarzları, sorunun kökenine dair önemli ipuçları veriyordu.

Büşra’nın Empatik Yaklaşımı: Bedenin Özgürlüğü ve Kişisel Seçimler

Büşra, Murat’ın görüşlerine katılmakla birlikte, farklı bir açıdan konuya yaklaşmak istedi. “Bu konuda bir çözüm bulmak çok önemli, ama bedenimizle barışık olmayı da unutmamalıyız,” dedi. “Birçok kişi, vücutları hakkında olumsuz yorumlar alabiliyor. Ancak insanların bedenlerine bakarak onları değerlendirmek, çok tehlikeli bir yol. Sonuçta hepimiz farklıyız, ve hepimizin kendisini iyi hissettiği bir beden var.”

Büşra’nın sözleri, kilolu olmanın sadece fiziksel değil, duygusal ve psikolojik etkileri üzerine yoğunlaştı. O, beden algısının sosyal normlarla şekillendiğini ancak herkesin kendine özgü bir güzellik anlayışı ve sağlıklı yaşam standardı geliştirmesi gerektiğini savundu. Türkiye’nin obezite oranlarının artmasının temelinde, sadece kötü beslenme alışkanlıkları değil, aynı zamanda beden şemasının toplumsal etkilerinin de bulunduğuna dikkat çekti.

Nermin’in Perspektifi: Geleneksel Beden Algıları ve Toplumun Değişen Yüzü

Nermin, sofrada herkesin konuşmalarını dinledikten sonra, yılların deneyimiyle şu şekilde söz aldı: “Gençler, bence bir şeyi gözden kaçırıyorsunuz. Türkiye’de kilolu olmak aslında biraz da tarihsel bir alışkanlık. Eski zamanlarda, özellikle köylerde, daha iri yapılı ve sağlıklı insanlar genellikle daha güçlü kabul edilirdi. Ama şimdi, şehirleşme ile birlikte beden algısı hızla değişti.”

Annesi Nermin, zamanın hızla değiştiğine dikkat çekerek, toplumların eski geleneksel bakış açılarını nasıl yavaşça terk ettiğini anlatmaya çalıştı. Ona göre, fazla kilolu olmanın toplumsal olarak hala kabul gören yönleri vardı; ancak bu algı, toplumların modernleşmesiyle beraber giderek daha fazla sorgulanıyordu.

Sonuç: Türkiye’de Kilolu Olmanın Toplumsal Dinamikleri

Yavaşça akşam yemeği sofrasında konuşmalar azalmaya başladı, ancak her bir karakterin söyledikleri, zihinde biriken sorulara dönüşmüştü. Çiğdem’in sorduğu soru - Türkiye'nin yüzde kaçı kilolu? - sadece bir istatistikten ibaret değildi; aynı zamanda toplumun genel sağlığı, beden algısı ve bireysel seçimleri hakkında derin düşüncelere sevk ediyordu.

Büşra, Murat ve Nermin’in bakış açıları, kilolu olmanın toplumsal bir etki oluşturduğunu, ancak bireysel farkındalık ve empati ile bu sorunun daha sağlıklı bir hale getirilebileceğini ortaya koyuyordu. Belki de asıl soru şu olmalıydı: "Sağlıklı bir toplum oluşturmak için, beden algımızı nasıl dönüştürebiliriz?"
 
Üst